Sayfalar

1 Ağustos 2017 Salı

Çok seviyorum işte...



"Beni ne kadar seviyorsun" diyorsun ya hani, bal gibi de biliyorsun aslında çok sevdiğimi. "Çok seviyorum" dedikçe de "ne kadar çok" diye üsteliyorsun...

Çok işte... Bir ağacın köklerinin suyu sevdiği kadar çok. Öyle çok sever ki kökler suyu, o yumuşacık halleriyle taşları bile delip geçer kavuşmak için sevdiğine. Sabırla bekler, mikron boyutunda ilerler bazen günlerce... Aylarca yağmur yağmasa bile, kavuşacağı gün için yaşar sedece. Yapraklarını indirir omuzlarını indiren bir çocuk gibi ve bekler... Nefes bile almaz neredeyse, nefesini tutup heyecanla bekleyen bir aşık gibi. 

Çok seviyorum işte... Hidrojensiz yaşayamayan bir yıldız kadar çok... Milyonlarca, milyarlarca yıl Hidrojen aşkıyla yanar yıldızlar. Güneş gibi küçük bir yıldız bile, milyarlarca yıldır ısıtıyor bu aşkla çevresini ve bizi. Aşkının maddesi bitince, dayanamıyor yıldız bile olsa aşık... patlıyor... ölüyor aşkı bitince. Ama sonu gelmiyor bitse de aşkının maddesi, yeni yıldızlara gebe kalıyor ondan arda kalanlar. 

Seviyorum işte... Karnındaki bebeği bekleyen bir anne kadar çok seviyorum... Henüz bir susam tanesi kadar da olsa bebeği, kalp atışını dinlerken huzur buluyor anne. Hele bir de hareketlerini hissettiği zaman... aşık oluyor anne belki gerçekten ilk defa. Dünya değersizleşiyor gözünde, gözünün tek nuru bebeği olduğu zaman. 

Seviyorum... Tapınağını seven bir rahip gibi... Tanrısı için en güzel ve en ulvi yerleri kutsal hale getirir rahipler. Toz zerresi bile kutsiyetini bozsun istemez Tanrısının kutsal evinin. İlk ekinlerini, en kıymetli şaraplarını, en taze hayvanlarını ve belki de... en güzel kadınlarını bile tapınağın sunağına bırakır... kurban eder. Tapınağına aşıktır, çünkü taptığının mabedidir orası. 

Öyle seviyorum ki... Dünyaya aşık ay kadar çok seviyorum seni... Aşıkların ders alması gereken büyük aşıktır ay. Kimileri için sonsuz sayılabilecek bir zamandır dönüp durur sevdiğinin çevresinde. Dünya onu çeker, o dünyayı... Hiç kavuşamayacağını bilse de dönmeye devam eder, üstelik ne dönüşünde ne de mesafesinde bir değişiklik olmaz. Hep aynı aşkla döner, ışığın etrafında dönen bir pervane gibi. 

Kök...  Yıldız... Anne...  Rahip... ve ay... Ne yüce aşıklar...

Suyumsun sen benim, ab-ı hayatım... Sen olmasan kurur giderim dünyadan. Ayrı kalsam da bazen, beklerim geleceğin günü mahsun çocuklar gibi...

Hidrojen gibisin benim için. Olmazsan sen, ne su olur, ne de ışık... Karanlıklara boğulur evren, senle aydınlanmadığında. Hayatın en temel maddesisin sen... 

Bebeğimsin sen benim... Kalp atışında kendi kalp atışımı duyduğum. Kıskanmalıyım seni başka herkesten ve korumalıyım en ufak dikenlerden... Dünya yıkılsa ilk aklıma gelensin ve dünyadan gidecek olsam son aklımda kalan... 

Tapınağımsın benim... En mahrem mabedim, en temiz sunağım ve en kutsal evim. Kem gözlerden koruyup en güzel tütsülerle süslediğim. Her bir parçan için ayrı bir sunak yapsam yeridir. Gözlerin için güneş sunağı, saçlarına feda olsun tüm ekinler, dudakların için kızıl kurbanlar... 

Dünyamın sen... Ay gibi çorak iken her tarafım, senin hayat dolu güzelliklerine kandım. Devasa çukurlarım sana güzel görünsün diye, bazen güneşten ışık bile çaldım. Etrafında dönüp durmaktan bir an olsun yorulmam mümkün değil. Çünkü dönmüyorsam, ölmüşüm demektir, bir gök taşı misali karanlıklarda savrulurken... 

"Beni ne kadar seviyorsun?" sorusuna verilecek cevabım yok maalesef... Sen sordukça ben "çok seviyorum" demeye devam edeceğim. Çünkü oradaki "çok"u tanımlayacak birşey yok henüz bildiğimiz evrende. 

Hiç yorum yok: