Kalbimi aydınlatan gözlerin var, güneşin aydınlattığı gibi
gözlerimi. Güneş olmadan gözlerim, gözlerin olmadan kalbim karanlıklarda
kalıyor. Sana boşuna “Güneş gözlüm” demiyorum! Güneş gibi muhtaçken ben
gözlerine; sen yoksun, gözlerin yok, İstanbul karanlık yine...
Ay gibi
parıldıyor ellerin, gözlerim kamaşıyor yüzüme dokundukça ellerin. Her zaman
sıcak her zaman parlak. Neden böyle biliyorum elbette! Kalbinin sıcak ateşi
ısıtıyor onları, o ateşten alıyor parlaklığını. Üşüyen ellerim muhtaçken ellerine;
sen yoksun, ellerin yok, İstanbul soğuk yine…
Dalgalı bir
deniz oluyor saçların bazen, kimi zaman dümdüz akan bir ırmak. Saçlarında kalbimin
gemilerini yürütürken ellerimle; denizler de ırmaklar da feda olsun saçının bir
teline. Uçsuz bucaksız denizlerinde kaybolmaktan mutlu oluyorum ben,
kaybolmaktan korkan tayfaların aksine. Kaybolmaya hazır bir çocukken ben; sen
yoksun, saçların yok, İstanbul hüzünlü yine…
Sen yokken
hiç sabah olmuyor İstanbul’da, karanlıklarda martılarla ağlıyor İstanbul. Ne
neşeli insanlar var sokaklarda ne de içimizi ısıtacak bir güneş. Sabah oldu zannedip
uyanıyorum kimi zaman; ama sen olmuyorsun, karanlığı kucaklıyorum ben de.
Aldığım her nefeste, bin bir ıstırap içinde, adını haykırıyorum. Ben İstanbul
oluyorum o vakit; karanlık, soğuk ve hüzünlü!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder