Sayfalar

19 Ekim 2012 Cuma

Ben İstanbulum



        Kalbimi aydınlatan gözlerin var, güneşin aydınlattığı gibi gözlerimi. Güneş olmadan gözlerim, gözlerin olmadan kalbim karanlıklarda kalıyor. Sana boşuna “Güneş gözlüm” demiyorum! Güneş gibi muhtaçken ben gözlerine; sen yoksun, gözlerin yok, İstanbul karanlık yine...
  
           Ay gibi parıldıyor ellerin, gözlerim kamaşıyor yüzüme dokundukça ellerin. Her zaman sıcak her zaman parlak. Neden böyle biliyorum elbette! Kalbinin sıcak ateşi ısıtıyor onları, o ateşten alıyor parlaklığını. Üşüyen ellerim muhtaçken ellerine; sen yoksun, ellerin yok, İstanbul soğuk yine…
     
       Dalgalı bir deniz oluyor saçların bazen, kimi zaman dümdüz akan bir ırmak. Saçlarında kalbimin gemilerini yürütürken ellerimle; denizler de ırmaklar da feda olsun saçının bir teline. Uçsuz bucaksız denizlerinde kaybolmaktan mutlu oluyorum ben, kaybolmaktan korkan tayfaların aksine. Kaybolmaya hazır bir çocukken ben; sen yoksun, saçların yok, İstanbul hüzünlü yine…

            Sen yokken hiç sabah olmuyor İstanbul’da, karanlıklarda martılarla ağlıyor İstanbul. Ne neşeli insanlar var sokaklarda ne de içimizi ısıtacak bir güneş. Sabah oldu zannedip uyanıyorum kimi zaman; ama sen olmuyorsun, karanlığı kucaklıyorum ben de. Aldığım her nefeste, bin bir ıstırap içinde, adını haykırıyorum. Ben İstanbul oluyorum o vakit; karanlık, soğuk ve hüzünlü!



Hiç yorum yok: