Kurban Bayramı geldi ve ben sana kurban olmaya geldim…
İsmail’in imtihanı kurban edilmekti Yaratan’a, bıçağın
imtihanı kesmekti Peygamber babanın en sevdiği çocuğunu. Bıçak feryat ediyordu “Ah! Ne olurdu taş olarak yaratılmış
olsaydım da bu iş için kullanılmasaydım” diye.
Feryâd ki feryadıma imdâd edecek yok
Efsus ki
gamdan beni azad edecek yok
Babanın imtihanı içler acısıydı. Kendisine “Halilim!” diyen Yaratıcı ile “Oğlum!” dediği iki sevgili arasında
kalmıştı. “Yavrum, ben rüyamda seni
boğazladığımı gördüm. Düşün bakalım, ne dersin?” diye sordu oğluna;
ama İsmail feryat etmiyordu, muhteşem bir cevap verdi: “Babacığım, emrolunduğun şeyi yap! Beni sabredenlerden bulacaksın”.
İbrahim de İsmail de bıçak da teslim olunca can-ı gönülden,
ne bıçak kesebildi İsmail’in nazenin boynunu ne de İbrahim dönmüş oldu sözünden
En Sevgiliye vermiş olduğu. İnanç, teslimiyet ve aşk çözmüştü keskin bıçakların
çözemediği düğümü.
Kurban daha da yakınlaştırmıştı babayı ve oğlu yüce
Yaratıcıya. “Kurban” “yakınlaşma” demekti çünkü. Sevgiliye kurban edilen her
şey kişiyi sevgiliye yakınlaştırır. Aşık ile maşuk arasında aşktan başka hiçbir
şey barınamaz böylece…
Kurban Bayramı geldi
ve ben sana kurban olmaya geldim… İsmail gibi uzatıyorum kalbimi sana. Aşkının
keskin kılıcıyla kes! O kılıcın ufacık bir dokunuşu dünyaları bölebilir ama ne
bir tereddüt ne de bir pişmanlık hissetmiyorum. Vur aşkının kılıcını, arınsın
dünyam senden başka her şeyden. Vur kılıcını ki kaybetme benle olan imtihanını,
kaybetmeyeyim dünyalara bedel aşkını. Bil ki, ne kılıç kesebilecek kalbimi ne
de aşkın sonsuza dek nihayet bulacak. Kalbimle kalbin arasında aşktan başka bir
şey kalmayacak!
İşte, Bayram geldi ve ben sana kurban olmaya geldim, İsmail
gibi uzatıyorum kalbimi sana!
Yılda bir kurban
keserler, halk–ı âlem ıyd içün
Ben senin
saat–be–saat, dem–be –dem kurbanınam