Aşk nedir diye sordum bir gün kendime. Sana âşık olduğumu
sana nasıl anlatabilirim diye… Tek hecelik bir kelime olmasına rağmen, ciltler
dolusu kitaplarla tanımlamaya yetmeyen bu duygu seline kapılmamı sana nasıl
anlatabilirdim ki? Sana âşık olmamın nedenini, nasılını ve anlamını anlatmak
hiç de kolay olmayacaktı benim için. Aşkı anlamak ya da anlatmanın imkânsızlığı
içinde çırpınırken aklım, sevgi denizinde çırpınan kalp gemimin dümenini
ellerine teslim ettim ben.
Aşk; kahve falımda kalp görmendi
her tarafında fincanın. Öyle bir kahve falım olsun istedim ki çoğu zaman, fincanın
beyaz kenarları kalplerle bezensin durmadan. Sana olan aşkımın, fincanda
tezahürü olsun bu kalpler. Tüm yollar bu kalplere çıksın falımda, kalbin bir
tarafında sen ol, ben bir tarafında…
Aşk; yıldız gözlerinle
yaldızlamandı rüyalarımı. Kâbus bile görecek olsam, gözlerindeki ışık, fenerim
olmalı benim için, karanlık ve dağdağalı kâbuslardan seninle çıkmalıyım esenlik
sahillerine. O zamandan ve mekândan soyutlanmış sahillerde, sana camdan kuleler
yapmaktı aşk, öyle kuleler ki, birlikte yaşayacağımız, sonsuzluk ve ötesinin
göründüğü yükseklikteki kuleler.
Aşk; yağmurda seninle yürümekti,
elimde şemsiye olduğu halde açmadığım. Görenlerin küçümsemeyle bakmalarına
aldırmadan ıslanarak yürümekti seninle aşk. Islanıp hasta olmayı kalbim için
şifa saymamdı bir de. Kimse anlamıyordu oysa seninle ıslandığım her adımda,
sana sırılsıklam âşık olduğumu.
“Âh mine'l-aşk ve
hâlâtihî” diyordu ya hani biri, “Ah aşkın elinden ve hallerinden!” yani. Seni
göremediğim anlarda hüzün kaplasa da içimi, isteyerek yapmıştım ben ıstıraplı
bu seçimi. Aşkın her bir hali görünüyordu bende ama bir an olsun “Ah!”
etmiyordum bu hallerinden. Aşkın en çok “Sen” halini seviyordum ben, senin
adını “Aşk” koymuştum bu yüzden.
Ne varsa aşktır, gerisi
vesairedir…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder