Âşık olmuştu
kıza ama dile getirememişti bir türlü. Zamanını hep onunla geçirmeye
çalışıyordu. Yanında olmadığında, gülen gözlerini göremediğinde bir sancı
saplanıyordu, karnından başlayan ve kalbine ulaşan. Bu sancıyı da çok seviyordu
ama. Belki de hissettiği bu acı veren duyguyu sevdiğinden açılamıyordu bir
türlü. Kapalı bir kutu içinde acılarıyla kalmak mı istiyordu?
Hikâyeler
buluyordu sağdan soldan. Güzelce düzenliyor, süslü kâğıtlara basıyordu onları
ve sonra okuması için veriyordu kâğıtları güzel kıza. Kızın çok hoşuna
gidiyordu bu ilginç hikâyeleri okumak. Bazen üzülüyordu bu duygusal hikâyelerin
sonunda, bazen de havalara uçacak kadar mutlu oluyordu. Üzülse de, mutlu da
olsa, en çok çocuk seviniyordu bu duruma. Kendi aşkını itiraf edemeyişini
bastırıyordu bu şekilde.
Kız hep, “Neden
sen de yazmıyorsun? Çok güzel hikâyeler yazacağına eminim.” diyordu ama
bilmiyordu ki çocuğun her gün onun için bir hikâye yazdığını. Aylarca hikâyeler
buldu çocuk, hiç sıkılmadan okudu kız bunları. Ne çocuk açılabildi kıza, ne de
kız beklediği hamleyi kendi yapabildi, zamanın kendilerine yaptığı acımasız
hamleler karşısında.
Kar yağışlı
bir hafta sonu akşamıydı Bursa’da. Sinemadan çıkmışlar ve otobüs bekliyorlardı
soğuk havada. Otobüs durağının loş, sarı ışığında görünen yüzüne baktı kızın. Havaya
inat, içi sımsıcak olmuştu. Zamanla inatlaşıyordu otobüs de. Gelmek bilmiyordu
bir türlü. Kız, “Bana bir hikâye anlatsana, zaman geçirmiş oluruz hem.” dedi. Tüm
cesaretini topladı çocuk, “Sana iki kelimelik, sonunu hiç bilmediğim bir hikâye
anlatayım mı?” dedi. Şaşkın bakışlarla “Evet” dedi kız. “Seni seviyorum!”
diyerek bir öpücük kondurdu, soğuktan ve utançtan kızaran yanığına kızın…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder