Bir Oğuz Atay kitabı vardı elinde. Okudukça, sayfalarını daha
sıkı tutarak çeviriyordu, sanki tutunmak istercesine bir yerlere. Birkaç paragraf
okuyup düşünceli bakışlar atıyordu Güzelyalı'nın sessiz dalgalarına. Çığlık
oluyordu sonra dalgalar, çarpıyordu kızın kalbinin sahillerine.
İkinci
kahvemi istedim anlamsızca oturduğumu düşünen garsondan. Bir anlam kattım hayatının
saniyelerine ve mutlu çocuklar gibi koşturdu mutfağa doğru.
Kırk
dakikayı aşmıştı burada oturmaya başlayalı. Marinada nazlı kızlar gibi sallanan
tekneleri izlerken takılmıştı gözüm bu okuyan kıza. Kitabın kapağı gibi siyah
bir yağmurluk vardı üzerinde ve çıkarmıyordu kapalı ve sıcak olmasına rağmen
oturduğu mekan. Hüzün yağmurlarından koruyordu kendini belki, belki de soğuk
hayatının donduruculuğundan.
Yarım
saati aşkındır izliyordum kızı, kendi fildişi kulemden. O okudukça, benim de
kıyılarıma vurmaya başlamıştı, çığlık koparan dalgalar. O anlamlar yükledikçe
kelimelere daha sert vuruyordu dalgalar, ama kimse duymuyordu sesleri ve de
kimse görmüyordu, yavaşça aşınan kalpleri.
Çok
uzun süredir görmemiştim kitap okurken bu kadar etkileyen birini. Sık mı
geliyordu buraya? Neden ben görmemiştim, eğer geliyorsa bu sürekli uğradığım
ortama. Bir merak ateşi sarmıştı zihnimi, boş verdikçe harlanan. Oturduğum
yerden kalktım, bir el işareti yaptım, tepsiyle kahvemi getiren garsona, burada
oturacağım imasıyla.
"Merhaba"
dedim kıza, şaşırmış gözlerle baktı yukarı doğru ve "Merhaba" dedi
ağlamaklı sesiyle. Karşısındaki boş sandalyeye oturdum. Garson kahveyi bırakıp
uzaklaşana kadar sessizlik egemendi masaya, göz göze gelmeme çabaları son buldu
o gittikten sonra.
"Ben
Penguman" dedim, "Gizem" dedi memnuniyetini belirten bir kafa
sallamayla. İsmiyle müsemma olmak deyiminin tecessüm etmiş haliydi kız sanki.
"Kitabı hakkını vererek okuyorsunuz, çok mu etkilendiniz?" dedim, "İlk defa
okumuyorum ama her okuyuşumda çok etkileniyorum" dedi, "Beni mi
izliyordunuz?" diye ekledi ardından. Mahcup bir edayla özür diledim,
"O kadar çok derinden okuyordunuz ki" dedim, çok derinlerden çıkardığı
bir gülücük belirdi simasında.
"Sürekli
gelir misiniz buraya?" diye sordum, "Evet, haftada iki ya da üç
defa" diye yanıtladı. "Çok garip" dedim, "Ben de haftada
iki - üç defa gelirim buraya, hiç hatırlamıyorum sizi" dedim. "Ben
hatırlıyorum sizi ama" diye cevap verdi. Şaşırdım. Genelde oturduğum yerde,
çevremdeki insanları izlerim, neler oluyor bensiz bir hayatta diye ama hiç
görmemiştim bu gizemli kızı.
"N'aber
Penguman" dedi sağ omzuma dokunan bir elin sahibi. Dönüp baktığımda
arkadaşım Can'ı gördüm gülümseyen bir suratla, "Tek başına yine ne
hayallere daldın?" dedi. "Hiç!" diyebildim, elimdeki Oğuz Atay
kitabını kapatırken, "Hayalin derinliklerinde bir tur attım" dedim,
oturmasını ister gibi karşı sandalyeyi gösterdim ve "Bir kahve daha alabilir miyiz?"
dedim, bize ne istersiniz der gibi bakan garsona...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder